BÜLTEN YAZILARI — 14 Temmuz 2012 at 11:08

Stockholm Sendromu

by

Zorla kaçırılan, rehin alınan veya eziyet gören bazı kişilerde sonradan bu zorbalığı yapanlara karşı bir sevgi bağı ve sempati oluştuğu, onların eylemlerinde haklılık gördükleri gözlenmiştir. Dövülen, işkence gören, ensest veya tecavüze maruz kalan insanlarda, zorla çalıştırılan fahişelerde, kaçırılan uçak yolcularında, savaş esirlerinde, temerküz kamplarında tutulan kişilerde, tarikat üyelerinde de görülmüş, birçok filme de konu olmuştur. Pop-psikolojinin sevilen ilginç konuları arasında yer alan bu duruma adını veren olay 1973 yılında İsveç’in Stockholm şehrinde yaşandı. 23 Ağustos günü bir bankayı soymak üzere basan soyguncular 4 banka görevlisini 6 gün (131 saat) rehin tuttu. Soyguncular banka personeline iyi davrandı, aralarında iyi ilişkiler oluştu; rehineler polisin bankayı basacağını fark edip soyguncuları uyardılar; daha sonra mahkemede soyguncular aleyhine ifade vermek istemediler, savunma ücreti için para topladılar, hattâ bir bayan görevli soygunculardan biriyle evlendi. Olay, “soyguncular bankadan para çalamadılar ama bazı insanların kalbini çaldılar” biçiminde yorumlandı. İsveç’in komşusu Finlandiya’nın başşehri olan Helsinki, bazen yanlışlıkla veya şaka biçiminde bu sendromun adı olarak kullanılmaktadır; yani Helsinki Sendromu aslında SS’den başka bir şey değildir. Lima Sendromu ise SS’in tersine, saldırganların rehinelere sempati duyması durumudur. Bu sendroma adını veren olay da 1996 yılı Aralık ayında Peru’nun Lima şehrindeki Japon Büyükelçiliğinde verilen bir resepsiyonda yaşandı. Çeşitli ülkelerden diplomat, asker ve işadamlarının bulunduğu partiyi basan 14 gerilla yüzlerce kişiyi rehin aldı. 4 ay süren krizde militanlar rehinelerin ihtiyaçlarını karşıladı, sevecen davrandı ve çoğunu salıverdi; polisin yaptığı baskında bir rehine öldü.

1974 yılında Patty Hearst isimli milyoner kadın bir terörist grup tarafından kaçırıldıktan 2 ay sonra onlarla birlikte bir banka soygunu yaparken yakalandı. Avukatları SS mazeretini kullandıysa da mahkeme kabul etmedi ve hapse mahkûm etti. 2001 yılında İngiliz bayan gazeteci Yvonne Ridley, Afganistan’da Taliban tarafından kaçırıldı, ilk 11 gün onlarla kavga etti, yemek yemedi. İslâm dinini incelemesi şartıyla serbest bırakıldıktan sonra İslâm dinine ilgi duydu, 2003 yılında tutucu bir müslüman oldu.

Medya Örnekleri: Sendromun tanımlanmasından önce de sonra da, bu şaşırtıcı kavramın çeşitli versiyonlarını işleyen öykü ve filmler olmuştur. Örneğin George Orwell ‘1984′ isimli romanını 1949 yılında yazmıştı ve kitapta Winston karakterinin, kendisine işkence yapan kişiye aşık olduğunu anlatmaktaydı. İlk çekimi 1933 yılında yapılmış olan King Kong filminde de, canavara kurban edilmek üzere olan sarışın kız K. Kong tarafından kurtarılır, kız da onu sever… Costa Gavras’ın Mad City filmi, Güzel ve Çirkin (Beauty and the Beast) filmi, Terence Stamp’ın oynadığı The Collector, Woody Allen’in Sleeper, Sidney Lumet’nin Dog Day Afternoon, Nick Cassavetes’in John Q, David Hackl’ın Saw (Testere) filmleri… Stockholm Sendromunun örneklendiği öyküleri olan başka yapımlardır.

Psikolojik yorumlar: Psikanalistler zorba kişilere karşı duyulan sempatiyi, hemen akla geliveren mazohizm’den farklı biçimde; bir başa çıkma (coping) mekanizması, bir çeşit transferans olarak yorumlamaktadırlar. Başka bir ifadeyle;”Güçlü saldırgan ile özdeşleşmeye veya boyun eğerek onun buyruğuna girmeye dayanan bir savunma mekanizması.” Burada birlikte veya ayrı ayrı işleyen üç mekanizma vardır: 1. Rehinelerin, kendilerini bu duruma düşüren otoritelere karşı negatif duyguları, 2. Rehinelerin saldırganlara karşı pozitif duyguları, 3. Sadırganların rehinelere karşı pozitif duyguları. Pragmatik açıdan bakıldığında, bir rehine eğer saldırgana uyumlu davranırsa ve kendini ona sevdirirse, onu kısmen de olsa kontrol edebileceğine, şantaj amacıyla kurban seçme durumu olursa kendisine ayrıcalıklı davranması ve zarar vermemesi için ondan yana görünmenin yararına inanabilir. Burada, yaşamı korumaya yönelik kurnazlık politikasının sınırının aşılması; empati kurulması, transferans yapılması, yarı-hipnotik durumlardan hayranlığa ve aşka kadar abartılması da mümkündür. Saldırganın küçük bir iyiliğine aşırı pozitif anlamlar atfedilmesi ve yüceltilmesi, bireyin olayı gerçekçi değerlendirmesini bozar. Saldırganın aslında iyi olduğu, eyleminde bazı erdemler bulunduğu gibi zihinsel çarpıtmaların esiri olabilir. Aslında bu sendromun fazla şişirildiği, gerçekçi değerlendirmelerde çok az kişinin böyle illüzyonlara girdiği anlaşılmaktadır. Resmi FBI kayıtlarına göre, kayda geçmiş 1200 olaydan %95′inde SS olgusuna rastlanmadığı belirtilmektedir.

Havacılıkta Stockholm Sendromu: 24 Aralık 1999 günü Nepal’in Katmandu şehrinden kalkan Hindistan Havayollarına ait 814 sefer sayılı uçağı kaçıran Afgan gerillaları, bir dizi pazarlıktan sonra uçağı Afganistan’ın Kandahar şehrine indirdiler; 3 Taliban terör suçlusunun salıverilmesi ve 200 milyon dolar fidye karşılığı rehin yolcuları da bıraktılar. Bu korsanlık eylemi sırasında yolcularla iyi ilişkiler kurdular; şarkılar, şiirler, oyunlar yaş günü kutlamaları vs. yaptılar. Rehin çocuklar korsanlara “amca” diyorlardı. Ama korsanlar bu arada isteklerini kabul ettirmek için bir yolcunun da boğazını kesmişlerdi. 1985 yılında Beyrut’ta kaçırılan TWA 847 uçağında yolcular 2 hafta rehin kalmışlar ve güvenlik güçlerinin kendilerini kurtaracak bir operasyon yaparken öldürülmekten korkmuşlardı. Ama rehinelerin hiç birinde SS görülmediği bildirildi. Uçak kaçırma olaylarında saldırganla sempatik ilişki kurmanın “uçuş içi güvenlik kartı” gibi işlev gördüğü; ama bunun ters tepmesi ihtimalinin de olduğu; ona hak vermenin, onu eyleminde daha ısrarcı ve acımasız yapabileceği söylenmektedir.

Hazırlayan: Doç. Dr. Muzaffer Çetingüç

Yorumlar