Barometrik basınç değişiklikleri beyin vasküler sistemi üzerinde çok etkilidir. Özellikle beyinde bir patoloji olduğu durumlarda önem kazanır. Hiçbir yakınması olmayan sağlam görünüşlü ancak beyin tümörü, arteriovenöz malformasyon, kanamamış anevrizma, kolloid kist, damar sertliği gibi belirti vermeyen patolojileri olan veya yakın zamanda beyin ameliyatı geçirmiş kişiler uçuş sıasında meydana gelen süratli barometrik değişimlerden etkilenirler. Bu durum pilotlar için özellikle de savaş pilotları için daha da önemlidir.
Uçaklarda kabin basıncı 2.100-2.400 metreye göre (500 mmHg) ayarlanmıştır. Kabin havasının nemi azdır. Yolcular uzun süre hareketsiz kalırlar. Bu ortam normal kişileri etkilemez fakat fizik ve serebral patolojileri olan kişilerin fonksiyonel rezervlerini zorlar. Beyin tümöründe tümör içindeki damarların endotelinde anormallikler olduğundan kan basıncı için etkili bir otoregülasyon mekanizması yoktur. Bu nedenle basınç değişimlerine hassastırlar ve buradaki mikro lezyonlar tümör içindeki damarlarda embolilere neden olurlar. Batında intestinal gaz genişlemesiyle vena-kava üzerine basınç yaparak venöz basınçta yaptığı hafif yükselme tümör içinde rüptüre veya tromboza neden olabilirler. 3. ventrikül kolloid kistinin, kanama ve akut hidrosefali yaparak ölüme neden olduğu bildirilmiştir . Posterior fossa tümörleri özellikle menenjiomlar, multiple skleroz, serebral pnömosel, vasküler malformasyonlar, Chiari malformasyonu potansiyel risk faktörleridir.
Chiari malformasyonunda barometrik değişikliklerin yanında uçağın ani ve süratli irtifa alması ile ortaya çıkan G kuvveti ile santral sinir sistemi üzerinde etkisi önem kazanır. Özellikle savaş uçaklarında uçağın çok hızlı şekilde irtifa kazanması (Gz+) kanın ve vücut içerisindeki hareketli organların aşağıya doğru çekilmesine neden olur. Pilotların giydiği G elbisesi kanın alt kısımlara inmesine engel olarak serebral iskemi oluşmasını önler. Ancak beyin omurilik sıvısı içinde yüzer pozisyonda olan beyin kitlesi kraniuma bağlantıları olmasına rağmen kranium içerisinde hareket edebilir. G kuvveti kraniumu yukarıya doğru iterken beyin kitlesi aşağı doğru itilir. Chiari malformasyonunda foramen monro’ya angaje olmuş tonsiller daha fazla angaje olurlar ve hastada ense sertliği, ağrı, baş dönmesi, dengesizlik semptomlarını ortaya çıkarırlar.
    Uçuş emniyeti yönünden sağlıklı kişilerde belirti vermeyen, uçuş şartlarında potansiyel bir tehlike taşıyan intrakranial patolojileri araştırmak için Alman Hava Kuvvetlerinde uçuş görevi yapacak 2536 sağlıklı genç erkek adaya rutin olarak kranial MRI yapmışlardır. Bu adaylara fizik muayene dışında göz, KBB, ortopedi, diş muayenesi, nörolojik muayene olarak EEG, VEP (vizüel evokpotansiyel), kranial ve servikal MRI yapılmıştır.
    Bu çalışmanın sonuçlarına göre, 43 adayda (%1,7) araknoid kist teşhis edilmiştir. Bu rakam genel istatistiklere göre (%1) yüksek görülmektedir. Diğer istatistikler bir şikâyet nedeniyle yapılmıştır. Bu araştırma sağlıklı ve semptomları olmayan kişiler üzerinde yapılmış olmasından kaynaklanmıştır. 5 adayda primer beyin tümörü (%0,2) tespit edilmiştir ve genel istatistiklere uygundur. 5 adayda AVM (%0,2) ve 3 adayda kavernoma (%0,12) bulunmuştur. Hiç anevrizmaya rastlanmamıştır. İstatistiklere göre genel popülasyonda %2 olarak görülen anevrizmaların burada görülmeyişi, 2-3 mm’den küçük anevrizmaların MRI’da görülememesine bağlıdır. Sakküler anevrizmalar subaraknoid kanamaların (SAK) %85′inin nedeni olup konjenital anevrizma değillerdir; yaşam sırasında oluşurlar. Arter duvarındaki konjenital defektten oluşur ve çoğunlukla damar bifurkasyolarında görülürler. Ailevi predispozisyon, otozomal polikistik böbrek hastalığı, arterioskleroz, sigara ve alkol kullanımı gibi predispozan faktörler bu anevrizmaların gelişmesinde etkilidir. Bu nedenle genç yaşlarda görülmeyen anevrizma ileri yaşlarda ortaya çıkar ve 6. dekatta pik yapar. Anevrizma 3-5 mm’den küçük olduğunda MRI’da görülmeyebilir. Bu nedenle bu vakalarda MR ve Anjiografi yapmak gerekebilir. Weber ve Knopl tetkik ettikleri adaylardan sadece 14′ünü (%0,55) ileri tetkik için göndermişlerdir. Bunlar primer beyin tümörü, AVM, kavernom, demyelinizan hastalık bulunan vakalardır. Serebral venöz anjioma benign bir anomali olup nadiren kanama veya epilepsiye neden olur ancak çok sık takip edilmesi gerekir. Nitekim eskiden motorsiklet kazası geçiren bir sivil hava yolu pilotunda frontal lobda venöz anjiom tespit edilmiştir. Diğer bütün tetkikleri normal çıkan bu vaka, yılda bir kontrol edilmek üzere uçuşa verilmiştir. 7 yıl sonra rutin kontrolde anomalinin kanadığı anlaşılmıştır. Kanama riski çok az da olsa, bu tip anomaliler uçuş için sakıncalıdır. Kanamamış küçük ve semptom vermeyen, tesadüfen veya rutin kontrollerde bulunan anevrizmalar büyük önem taşımaktadır. Anevrizmanın rüptürü sonrası gelişen subaraknoid kanama, şiddetli başağrısı ve ense sertliği ile beraber pilotu inkapasite hale getirebilir. Hiç semptom vermeyen anevrizmaların insidansı %1-2′dir. Yeni yapılan internasyonal araştırma sonuçlarına göre, küçük (3-5 mm) ve daha önce hiç kanamamış asemptomatik anevrizmaların kanama riski %0,05 olarak bulunmuştur. 10 mm’den büyük olanlarda bu risk %0,5 olarak görülmektedir. Küçük anevrizmalar zamanla büyürler ve subaraknoid kanamalar yılda 8/100.000 oranında görülür ve büyük çoğunluğu anevrizma rüptürüne bağlıdır. Serebrovasküler ölümlerinin ¼ nedenidir. 6. dekatta insidans en yüksektir.
    Otopsi ve anjiografik çalışmalar popülasyonun %3,6 – 6,6’sında anevrizma olduÄŸunu gösteriyor. Bu vakaların %20-30′unda anevrizma multiple olabilir. Aile hikâyesi önemlidir. Ailenin çocukları da bulunma ÅŸansı vardır. Familyal anevrizma oluÅŸumu %10 civarındadır.
Pilot muayenelerinde aile hikâyesi sorulmalı ve gerekirse ileri tetkik yapılmalıdır. Anevrizmaların etyolojisinde damarların tunika media’sında musküler tabakada konjenital defekt, ince adventisya, kalınlaşmış internal lamina sorumlu tutulmuştur. Travma, enfeksiyon, kollajen vasküler hastalıklar etyolojide rol oynayabilir. Yaşlanma, arterioskleroz, alkol ve sigara da anevrizmanın büyümesinde rol oynar. Anevrizma şüphesi ile yapılan tetkiklerde yalancı anevrizma görünümü de olabilir. Bir vak’a raporunda, SAK semptomları (başağrısı ve ense sertliği) bulunan bir pilotun lomber ponksiyonda kan bulunmamış, bakteri ürememiş, sadece hücre fazlalığı bulunmuş. Aseptik menenjit düşünülen hasta analjeziklerle iyileşmiştir. Ancak yapılan MRI’da anterior sirkülasyonda A1-A2 birleşiminde 3 mm çapında kanama belirtisi olmayan sakküler anevrizma görülmüştür. Uçuş sertifikası verilip verilmemesi tartışma konusu olunca konvansiyonel anjiografi yapılmış ve damar loop’u olduğu ortaya çıkmış ve pilota sağlam raporu verilmiştir.
    Sonuç: Uçucularda barometrik değişiklikler ve G kuvvetlerinin beyin fonksiyonları üzerinde etkisi, özellikle beyin lezyonu olanlarda çok önemlidir. Beyinde az riskli görülen lezyonlara uçuş sertifikası verilip verilmemesi tartışma konusudur. Uçucuların sağlam bir fizik ve psikolojik yapıya sahip olması gerekmektedir. Bu konu uçucuların giriş muayeneleri ve yıllık sağlık kontrollerinin önemini ortaya koyuyor. Girişte adaylar dahiliye, cerrahi, nörolojik, KBB, psikiyatrik muayeneden geçmelidir. Nörolojik muayenesinde, EEG, VEP, kranial ve servikal MRI yapılmalıdır ve bu muayeneler her yıl tekrar edilmelidir. Beyin anevrizması, vasküler malformasyonu olanlar tedavi edildikten sonra 1 yıl sınırlı pilotaja müsaade edilerek kontrolden sonra kesin karar verilmelidir.
Hazırlayan: Prof.Dr.Hamit Z. GÖKALP (Ufuk Üniversitesi Tıp Fakültesi Nöroşirurji AD. Başkanı, Hava ve Uzay Hekimliği AD. Öğretim üyesi)
Son Yorumlar